Bektaşi Tekkelerinin
Kapatılması ve Osmanlı’nın Bektaşi Düşmanlığı
Cumhuriyet tarihinin en
tartışmalı konularından biri tekke ve zaviyelerin kapatılmasıdır. Osmanlı’nın
kuruluşunda önemli rol oynayan, imparatorluğun altın çağlarında önemli ilim adamlarını yetiştiren tekkeler,
imparatorluğun yıkılma döneminde ise devleti içten çürüten bir mikrop haline
gelmiştir. 16. yüzyılın sonlarından itibaren tamamen nakilci bir din anlayışını
benimseyen tekke ve zaviyeler, gerçek hayattan koparak imparatorluğun ,sosyal
hayatındaki aktif görevlerini eskisi gibi yerine getirememişlerdir. Bu yüzden
tekkeler, imparatorluğun gerileme ve yıkılış dönemlerinde tamamen ahireti
düşünen, dünyadan kopuk, her yeniliğe karşı yobaz kurumlara dönüşmüştür.
İmparatorluğun son döneminde
dünyaya gelen ve dinci yobazlığın bir imparatorluğu nasıl yıktığına şahit olan Atatürk, Cumhuriyet’in ilanından sonra her
şeyden önce dinci yobazlıkla mücadele etmiş, halkın aklını yüzyıllarca esir
alan bağnazlığı milletin aklından ve vicdanından söküp atmak istemiştir. Bu
nedenle akıldan, bilimden tamamen uzak
tekke ve zaviyelerin, akıl ve bilimi tek doğru yol kabul eden yeni Türkiye
Cumhuriyet’inde yeri olamazdı ve 30 Kasım 1925’te çıkan 677 sayılı kanun ile
tekke ve zaviyeler kapatıldı.Bugün tekke ve zaviyelerin kapatılması,
Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı, ikinci Cumhuriyetçi sözde tarihçiler tarafından
islam düşmanlığı olarak anlatılmaktadır.
Sözde Atatürk, koyu bir
islam düşmanı olduğu için tekke ve zaviyeleri kapatmış, ne kadar ilim sahibi
alim hoca varsa idam ettirmiş, islamı yok etmiş… Bu saçma iddiayı yıllardır
tekrarlayanlara Osmanlı’nın Bektaşi tarikatlarını nasıl kapattığını,
Bektaşilere nasıl zulümler yaşattığını anlatmak istiyorum. Günümüzün moda
deyimiyle tarihle yüzleşmeye davet ediyorum. Hep Cumhuriyet tarihiyle
yüzleşecek değiliz ya biraz da Osmanlı tarihiyle yüzleşelim ne dersiniz? İşte
tüm ayrıntılarıyla Osmanlı’nın Bektaşi tekkelerini kapatması ve Bektaşilere
yaşattığı zulüm…
Bektaşilik, temellerini Hacı
Bektaşi Veli’nin attığı islamın tasavvuf ekollerinden biridir. Hacı Bektaşi’nin
hayatıyla ilgili yazılan ilk eser ölümünün üzerinden 200 yıl sonra yazılan
Vilayetnamelerdir. Bu nedenle Hacı Bektaşi Veli’nin kim olduğu, nerede, ne
zaman dünyaya geldiği hakkında kesin bilgiler yoktur fakat rivayetlere göre
1210 yılında Nişabur’da doğmuş, 1270 yılında Sulucakarahöyük’te vefat etmiştir.
Menakıbnameler, Hacı Bektaşi Veli’nin soyunu Hz. Ali’ye dayandırsa da bu bilgi
doğru değildir. Dönemin ruhuna uygun olarak Hacı Bektaşi Veli’yi yüceltme
isteğinden dolayı soyu Hz. Ali’ye dayandırılmıştır.
Osmanlının Kuruluşunda Bektaşilik
Bektaşilik ile Osmanlı
arasındaki ilişki imparatorluğun kuruluş dönemine kadar dayanır. Osmanlı
kurulduğunda sanıldığı gibi bir şeriat devleti değildi. Bu nedenle devletin
kuruluşunda Anadolu’daki dini tarikatler ile Osmanlı beyleri arasında uyumlu
bir ilişki olmuştur ve ilk Osmanlı sultanları, Rum abdalları da denilen Bektaşi
dervişleriyle iyi geçinmişlerdir ve zaman içinde Bektaşilik, Osmanlı’da önemli
bir mevki kazanmıştır. Özellikle 14. yüzyılın ikinci yarısından sonra ve 15.
yüzyılda Rumeli fetihlerinde bu bölgelerin islamlaştırılmasında kolonizatör
Türk dervişleri de denilen Bektaşi
dervişlerinin önemli rolü olmuştur ve yaptıkları hizmetler karşılığında
kendilerine tekke ve zaviyeler açılıp köyler bağışlanmıştır. Bu dönem
tarihçiler tarafından ”Osmanlı’nın
sünnileşmediği dönem” olarak adlandırılmaktadır.
Bektaşilik ve Yeniçeri Ocağı İlişkisi
Bektaşi tarikatının itibar
kazanmasının diğer nedeni ise Yeniçeri ocağı ile Bektaşilik arasındaki
ilişkidir. 1362 yılında 1. Murat’ın kurduğu Yeniçeri ocağı, 15, yüzyıldan ,
ocağın lağv edilmesine kadar bektaşi tarikatına bağlı kalmıştır. Yeniçeri
ocağında bir çok Bektaşi özelliğine rastlamak mümkündür. Yeniçerilerin savaşa
giderken, savaş sırasında ve sonrasında çektikleri gülbank, Bektaşiliğin ocak
üzerindeki etkisini net bir şekilde göstermektedir. Çünkü yeniçerilerin çektiği
gülbank ile Bektaşilerin gülbankı aynıdır.
Yeniçerilerin
savaş sırasında çektiği gülbank şöyledir :
“Allah Allah Eyvallah
Baş uryan, sine puryan, kılıç al kan
Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran
Eyvallah… Eyvallah
Kahrımız kılıcımız düşmana ziyan
Kulluğumuz padişaha ayan
Üçler, yediler, kırklar
Gülbankı Muhammed, Nuri Nebi, Keremi Ali
Pirimiz Hünkarımız Hacı Bektaş Veli
Demine devranına hu diyelim.Hu”
(Burhan Kocadağ – Alevi Bektaşi Tarihi Can
Yayınları 1996 s.78)
Bektaşi Tekkelerinin Kapatılması
Yeniçeri Ocağı ile Bektaşi
tarikatı arasındaki ilişki, bektaşi tekkelerinin kapatılmasında önemli
etkenlerden biri olmuştur. Yeniçeri ocağının kanlı bir şekilde kaldırılmasından
sonra Bektaşi tekkeleri de yeniçerilerle aynı kabul ederek zararlı görülmüş,
islam dışı, sapık, zındık bir tarikat olarak nitelendirilmiştir.
Dönemin ünlü devlet adamlarından Ahmet Cevdet Paşa
Bektaşiliği şöyle tanımlamaktadır : “Bektaşiler,
Peygamberlik iddiasından sonra karışıklığa yatkın olan halkın kalbini çelip
kötülüklere sürüklediler. Özellikle cahil insanlara ve yeniçerilere sokulup
işledikleri kötülüklerle onları da baştan çıkarıp isyan edecek duruma soktular.
Osmanlı topraklarının her yerinde öncesi ve sonraki kanun yolu ile idam
edilmeleri, devleti sevenlerin amacı idi.”
(Ahmet Cevdet Paş
a Tarih-i Cevdet. Cilt 12 İstanbul Üçdal Ne şriyat 1966 s.236)
Görüldüğü gibi bir zamanlar
padişahların bile saygı duyup benimsediği Bektaşilik 19. yüzyıla gelindiğinde
Cevdet Paşa’ya göre yok edilmesi, vatanseverliğin bir göreviydi. Peki ama ne
oldu da bir zamanlar çok saygın kabul edilen Bektaşilik, şeytanlaştırıldı? Bunun
tek nedeni, Bektaşiliğin islamdan uzaklaşması mıydı? Cevap : Tabii ki hayır.
İslamdan uzaklaşma suçlaması sadece bahaneydi. Gerçek neden tamamen
siyasiydi. Bektaşilerin, Yeniçeri ocağı üzerindeki etkisi Bektaşi
tekkelerin kapatılmasındaki en önemli etkendir. Çünkü, Bektaşi tekkelerinin
Yeniçerileri kışkırttığı düşünülüyordu. Son Yeniçeri isyanında da Bektaşilerin
destek olması, Bektaşi tekkelerinin kapatılmasında önemli etken olmuştur.
Kısacası, devlet için
Bektaşi tekkeleri fitne yuvasından başka bir şey değildir
8 Temmuz 1826 tarihinde
Saray-ı Hümayun camisinde Bektaşi tekkelerinin durumunu görüşmek için toplantı
düzenlenir. 2. Mahmut’un da izlediği
toplantıya Nakşibendi,
Mevlevi,Halveti,Celveti, Sadiyye gibi birçok tarikatın temsilcisi, sadrazam
ve eski, yeni şeyh-ül islamlar katılmıştır. Toplantının ilginç olan yönü,
toplantıya katılanların tamamının Sünni inanca mensup olmasıdır. Yani
Bektaşilik hakkında karar veren kurul, Bektaşiliği zındık olarak gören sünni
bir kuruldur. Böyle bir kurulun Bektaşilik hakkında ne karar vereceğini tahmin
etmek zor değildir.
Toplantıda Sadrazam, tarikat
temsilcilerine görüşlerini sormuş, tarikat temsilcileri Bektaşilikle alakaları
olmadığı için bilgileri olmadığını söyledikten sonra Bektaşilik hakkında
duydukları islam dışı faaliyetleri anlatmışlardır. Ardından şeyh-ül islam söz
alarak Bektaşiliğin islam dışı olduğu hakkında bir konuşma yapmış ve toplantı
sonunda Bektaşi tekkelerinin kapatılması kararı alınmıştır.
Karar kısaca şöyledir :
“Üsküdar ve Eyüp başta olmak üzerine 60 yıldan daha
eski olan Bektaşi tekkeleri diğer tarikatlara verilecek, son 60 yılda yapılan
tekkeler ise yıkılacaktır Bektaşi Baba ve müridleri ise dinsel açıdan
‘düzelmesi’ için Hadim, Birgi ve Kayseri gibi ulemanın yoğun olduğu yerlere
sürgün edilecektir.”
Yüzyıllar boyunca devlete
hizmet eden Bektaşilere reva görülen hak işte budur.
Kapatma kararından sonra
hemen harekete geçilerek İstanbul tekkelerindeki Bektaşi babaları ve müritleri
tutuklanarak Darphane’ye hapsedildiler.Kıncı Baba, İstanbul ağası zade Ahmed
Baba ve Salih Baba adındaki Bektaşi babaları idam edildi. Diğer Bektaşi
babaları ise Şeyh-ül islam tarafından ”iman
sınavına” tabi tutuldu. Yapılan sınav sonucunda Bektaşi babaların islamı
hiç bilmediğine ve zındık olduklarına karar verildi ve her biri farklı yerlere
sürgün edildi.
2. Mahmud bir yandan Bektaşi
tekkelerini yıktırma kararı alırken diğer yandan Bektaşi tekkelerini
Nakşibendiliğe dönüştürmeye çalışmıştır. Örneğin 1827 yılında Hacı Bektaşi
Veli vakfını Nakşibendi tarikatı esaslarına göre yönetmesi şartıyla Bektaşi
babası Hamdullah Efendi’nin yerine kardeşi Veliyüddin efendiyi verdiği şu
beratla görevlendirmiştir :
“… kötünün ortadan
kaldırılmasıyla Nakşibendi Tarikatı usulü yerine getirilmek koşuluyla adı geçen
kardeş Seyyid Veliyüddin’e ………………..
görev belgesi gereğince bu beratı verdim”
(Baki Öz-
Alevilik’le İlgili Osmanlı Belgeleri.
İstanbul: Can Yay ınlar ı 1997 s.93)
2. Mahmud Bektaşiliğin
kökünü kazımaya kararlıdır ve Bektaşi tekkelerinin kapatılmasında gevşek
davranıldığını düşünmektedir. Sadrazama verdiği emirdeki üslubunun sertliği
Bektaşilere ne kadar düşman olduğunu açıkça göstermektedir:
“… Şöyle böyle denilerek
bunların yerine getirilmesi pek gecikti.. Denetçileri görevden uzaklaştırasın.
Birçok yasaların uygulanmasına izin vermeme karşın, yine yüzüstü bırakılıyor.
Her ne kadar işler çoksa da, birine bir düzen verilmeden başkalarına
başlanıyor, işler arapsaçına döndüğünden bir kat daha zorlaşıyor. Zecriye
maddesi nasıl oldu?… her biri hizmet beğendireyim diyerek işleri birbirine
dolaştırıyorlar. Şimdiye kadar bir şey söylenmediğinden aşırıya gitmeye
başladılar. Sonunda kızacağımı düşünmüyorlar mı?… Sonra şöyle oldu, böyle oldu
sözlerini dinlemem.”
(Baki Öz- Alevilik’le İlgili Osmanlı Belgeleri.
İstanbul: Can Yay ınlar ı 1997 s.94)
Sadrazam Selim Paşa, Şeyh-ül
islam yüzünden görevin ağır yürütüldüğünü söyleyerek şeyh-ül islamın da
görevlendirilmesini ister. Bunun üzerine padişah şu fermanla Şeyh-ül islamı da
görevlendirir :
”Benim vezirim…
Bektaşilerin, tarikat şeyhleri, Kuran hocaları ve şeriat memurları, mahalle
imamları gibi yansız kişilerden oluşan inceleme-araştırma kurulları yoluyla
durum incelenerek baskı ve korumanın dışında tutularak, haklarında şeri yasalar
neyi gerektiriyorsa onu uygulayarak, yoksul-zengin ayrımı yapılmaksızın hangi sınıftan
olursa olsun eşit tutularak, şu Bektaşi fesadı maddesinin ehli sünnet arasından
tümüyle temizlemek için şeyhülislamlığın bu işi üstlenmesi buyruğumuzdur. Bu
Bektaşilik fesadının Muhammed ümmedi arasından kaldırılmasına birlikte çaba ve
özen gösteriniz.”
(Baki Öz-
Alevilik’le İlgili Osmanlı Belgeleri.
İstanbul: Can Yayınları 1997 s.91)
2. Mahmud’un indirdiği bu
darbeden sonra Bektaşiler, gizlenme yolunu tercih etmişlerdir. Ahmet Cevdet
Paşa’nın anlattığına göre idam edilenler ve sürgüne yollananlar dışında
kalanlar sünni inanca bağlılıklarını bildirmişler fakat tutum ve davranışları
bakımından yalan söylemektedir. Paşa’ya göre ortada Bektaşi kıyafetiyle dolaşan
kimse kalmamıştır. Çünkü Bektaşiler, mücadelelerini sürdürebilmek için takiye
yolunu seçmişler, sünni gibi görünmüşlerdir.
Devletin yoğun baskısından
kurtularak özgürce inancını yaşamak isteyen Bektaşiler ise devletin merkezinden
uzak olan Arnavutluk’u merkez olarak seçmişlerdir. Arnavutluk dışında Bosna,
Yunanistan, Yanya ve Girit, Bektaşilerin inançlarını yaşamak için seçtikleri
diğer yerlerdir.
Yüzyıllardır devlete hizmet
ettikten sonra idam ve sürgünlerle cezalandırılan, mezar taşları bile tahrip
edilen, mallarına el konulan Bektaşiliğe yapılan bu haksız uygulamaları bugün
eleştiren bir Osmanlıcı, Atatürk düşmanı yazar var mı? Onlara göre 2. Mahmud
Bektaşiliğe yaptığı zulümde sonuna kadar haklıdır. Çünkü bugün bile Bektaşilik
dinsizlik olarak görülmektedir. Aradan yaklaşık 200 yıl geçmesine rağmen
Bektaşiler Divan yolundaki 2. Mahmud türbesinin önünden geçerken tükürüp lanet
okurlar. Sizce bu nefretin haklı bir nedeni yok mudur? Bu yüzden Atatürk’ü
tekke ve zaviyeleri kapattığı için dinsizlikle suçlayanlar önce 2. Mahmud’un
kapattığı Bektaşi tekkeleriyle, idam ettiği Bektaşi babalarıyla ve Bektaşilere
yapılan tüm zulümlerle yüzleşmek zorundadırlar.
http://www.eglencelitarih.com/?Syf=26&Syz=479359&/Bekta%C5%9Fi-Tekkelerinin-Kapat%C4%B1lmas%C4%B1-ve-Osmanl%C4%B1%E2%80%99n%C4%B1n-Bekta%C5%9Fi-D%C3%BC%C5%9Fmanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1 sitesinden derlenerek alınmıştır.
http://www.eglencelitarih.com/?Syf=26&Syz=479359&/Bekta%C5%9Fi-Tekkelerinin-Kapat%C4%B1lmas%C4%B1-ve-Osmanl%C4%B1%E2%80%99n%C4%B1n-Bekta%C5%9Fi-D%C3%BC%C5%9Fmanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1 sitesinden derlenerek alınmıştır.